TÜRKİYE’Yİ BİR GÖÇMEN DEPOSU OLARAK GÖREN BİR AB OLMAMALI
TÜRKİYE’Yİ BİR GÖÇMEN DEPOSU OLARAK GÖREN BİR AB OLMAMALI
Avrupa Parlamentosu'nda konuşan Özgür Özel, “Özellikle genç kesim arasında Avrupa Birliği’ne üyelik talebi yüzde 72 noktasındadır. Ancak o Avrupa Birliği, Türkiye’yle ilişkisini göçmen pazarlıklarına hapseden, Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir Avrupa Birliği olmamalıdır” diye konuştu.
Haber Giriş Tarihi: 05.03.2025 19:53
Haber Güncellenme Tarihi: 05.03.2025 19:54
Kaynak:
Haber Merkezi
Haberyazilimi.com
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Sosyalistler ve Demokratlar Grubu Toplantısı’na katıldı.
‘47 yıl sonra birinci parti’
Toplantıda katılımcılara hitap eden Özel konuşmasında, “Değerli başkan, kıymetli milletvekili yoldaşlarım, konukseverliğiniz için sizlere partim adına gönülden teşekkür ediyorum. Nazik daveti ile bizleri buluşturduğu ve bu sıcak açılış konuşması için Iratxe’ye özel bir teşekkürü borç biliyorum. Yine Raportörümüz olan Nacho Sanchez Amor’a teşekkürlerimi iletmek isterim. Kendisi Türkiye’yi tek bir kişiden, tek bir isimden, tek bir partiden ibaret görmeyen ve muhalefetin sesini duyan, muhalefet ile ilişkileri iktidar ile ilişkiler kadar önemseyen çok önemli bir görevi adilane bir şekilde yerine getiriyor" dedi.
Özel, sözlerine şöyle devam etti: Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in tutumu ise tamamen bununla çelişkiliydi. Türkiye’de son seçimlerden birincilikle çıkmış, nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 80’inin bulunduğu bütün belediyeleri kazanmış, 47 yıl sonra birinci olmuş bir partinin başkanı ile tanışmak için partimizin genel seçimleri de kazanmasını bekliyor. Tabii bu onun kendi tercihi ama kurumsal ilişkiler açısından çok önemli bir riski barındırdığını not ederek başlamak isterim.
Tüm dünyada ve Avrupa’nın her yerinde, tam demokrasi için mücadele veren bütün siyasi aktörlerin, akımların, siyasi partilerin birbiriyle diyalog ve dayanışma içinde olması gerektiği bir dönemdeyiz. Partimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde modern cumhuriyetin kurucusu olmakla kalmamış, 1950’de ülkemizi çok partili hayata, demokratik seçimlere geçiş sürecini de gerçekleştirmiştir. Bizler Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve daha 1920’lerde egemenliğin kayıtsız şartsız milletin hakim olduğunu ifade ettiği siyasetin temsilcileriyiz. Maalesef, bundan 100 yıl sonra bugün, tüm dünyada otoriter popülist liderlerin kuralları ve kurumları doğrudan sistematik olarak hedef aldığı bir dönemdeyiz. Öyle ki, benzerleri birbirileri ile dayanışarak, birbirlerinden öğrenerek hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını geriletiyor. Ortak akıl yerine, sözde güçlü liderliği ön plana çıkarmaya yönelen bu anlayış, tüm dünyaya yayılıyor. Ülkemizde de partimiz bu anlayışa karşı güçlü bir demokrasi, hukuk ve adalet mücadelesine liderlik etmektedir. Ülkemizde verdiğimiz bu mücadele, partimizin kuruluş ilkelerinin ve hedeflerinin yanı sıra Avrupa Birliği’nin ortak değerleriyle de örtüşmektedir. Ortak değer ve hedeflerin yanında ortak risk ve tehditlerimizin olduğunu da söylemek yanlış olmaz.
Geçmişte Avrupa’yla yaşanan krizli süreçler, yapılan karşılıklı hatalar Türkiye’de AB üyelik talebini yüzde 25’lere kadar geriletmişti. Ancak, partimizin Avrupa Birliği ile ilişkileri, Avrupa’daki kardeş partilerle yürüttüğümüz sıkı dayanışma, uluslararası birlikteliklerde üstlendiğimiz etkin görevler ve yapılacak seçimlerde iktidara en yakın parti olarak Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin temel vaadimiz olması, hatta yapılacak seçimleri AB üyeliği açısından referandum olarak tarif etmemizden sonra yapılan kamuoyu araştırmalarında, Avrupa Birliği’ne üyelik konusundaki toplumsal talep istikrarlı olarak artmış ve son ölçümlerde yüzde 66’ya kadar ulaşmıştır. Özellikle genç kesim arasında Avrupa Birliği’ne üyelik talebi yüzde 72 noktasındadır. Ancak o Avrupa Birliği, Türkiye’yle ilişkisini göçmen pazarlıklarına hapseden, Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir Avrupa Birliği olmamalıdır. Türkiye, savaşlar ve iklim krizleriyle doğudan gerçekleşecek büyük göç baskınını kendi topraklarında tutan, karşılığında batıdan ekonomik yardım ve siyasal destek alacak bir ülke olarak görülmemelidir.
Burada, ‘demokrasi kültürü’ ifadesinin altını bilhassa çizmek isterim. Yasa çıkarmak, parmak hesabına bağlı bir iştir. Örneğin benim ülkemde, 301 oyla yasa çıkarılabilmekte, 360 oyla anayasa referandumuna gidilebilmekte, 400 oyla anayasa değişikliği referandumsuz yapılabilmektedir. Avrupa Parlamentosu’nda da yasa çıkarmak için gereken sayılar bellidir. Belirttiğim gibi, demokrasi kültürü onay butonuna basan parmakların çok ötesine geçen, ancak topyekûn dayanışmayla 'inşa edilebilecek' bir şeydir. Yasalar, hukukilik, hukuk devleti; kurumsallaşmış denetim mekanizmalarına muhtaçtır. Ancak o mekanizmaların da ötesinde, hukuku ayakta tutacak olan temel unsur, ‘demokrasi kültürü’dür. Demokrasiyi, ‘hakiki temsiliyet’ iddiası ile aşındıranlar; hukuk devletini de ‘yasa’ya atıfla aşındırmaktadır. ‘Law’ ve ‘warfare’ kelimelerinin birleşiminden türetilen ‘lawfare’ kavramı buna işaret etmektedir. Yani bugün, yasayı bir silah olarak kullananlar, hukuk devletini ‘yasa’nın menziline yerleştirmektedir. Hukukun çelikten zırhı ise demokrasi kültürüdür. Bu korunmalıdır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
TÜRKİYE’Yİ BİR GÖÇMEN DEPOSU OLARAK GÖREN BİR AB OLMAMALI
Avrupa Parlamentosu'nda konuşan Özgür Özel, “Özellikle genç kesim arasında Avrupa Birliği’ne üyelik talebi yüzde 72 noktasındadır. Ancak o Avrupa Birliği, Türkiye’yle ilişkisini göçmen pazarlıklarına hapseden, Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir Avrupa Birliği olmamalıdır” diye konuştu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Sosyalistler ve Demokratlar Grubu Toplantısı’na katıldı.
‘47 yıl sonra birinci parti’
Toplantıda katılımcılara hitap eden Özel konuşmasında, “Değerli başkan, kıymetli milletvekili yoldaşlarım, konukseverliğiniz için sizlere partim adına gönülden teşekkür ediyorum. Nazik daveti ile bizleri buluşturduğu ve bu sıcak açılış konuşması için Iratxe’ye özel bir teşekkürü borç biliyorum. Yine Raportörümüz olan Nacho Sanchez Amor’a teşekkürlerimi iletmek isterim. Kendisi Türkiye’yi tek bir kişiden, tek bir isimden, tek bir partiden ibaret görmeyen ve muhalefetin sesini duyan, muhalefet ile ilişkileri iktidar ile ilişkiler kadar önemseyen çok önemli bir görevi adilane bir şekilde yerine getiriyor" dedi.
Özel, sözlerine şöyle devam etti: Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in tutumu ise tamamen bununla çelişkiliydi. Türkiye’de son seçimlerden birincilikle çıkmış, nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 80’inin bulunduğu bütün belediyeleri kazanmış, 47 yıl sonra birinci olmuş bir partinin başkanı ile tanışmak için partimizin genel seçimleri de kazanmasını bekliyor. Tabii bu onun kendi tercihi ama kurumsal ilişkiler açısından çok önemli bir riski barındırdığını not ederek başlamak isterim.
Tüm dünyada ve Avrupa’nın her yerinde, tam demokrasi için mücadele veren bütün siyasi aktörlerin, akımların, siyasi partilerin birbiriyle diyalog ve dayanışma içinde olması gerektiği bir dönemdeyiz. Partimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde modern cumhuriyetin kurucusu olmakla kalmamış, 1950’de ülkemizi çok partili hayata, demokratik seçimlere geçiş sürecini de gerçekleştirmiştir. Bizler Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve daha 1920’lerde egemenliğin kayıtsız şartsız milletin hakim olduğunu ifade ettiği siyasetin temsilcileriyiz. Maalesef, bundan 100 yıl sonra bugün, tüm dünyada otoriter popülist liderlerin kuralları ve kurumları doğrudan sistematik olarak hedef aldığı bir dönemdeyiz. Öyle ki, benzerleri birbirileri ile dayanışarak, birbirlerinden öğrenerek hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını geriletiyor. Ortak akıl yerine, sözde güçlü liderliği ön plana çıkarmaya yönelen bu anlayış, tüm dünyaya yayılıyor. Ülkemizde de partimiz bu anlayışa karşı güçlü bir demokrasi, hukuk ve adalet mücadelesine liderlik etmektedir. Ülkemizde verdiğimiz bu mücadele, partimizin kuruluş ilkelerinin ve hedeflerinin yanı sıra Avrupa Birliği’nin ortak değerleriyle de örtüşmektedir. Ortak değer ve hedeflerin yanında ortak risk ve tehditlerimizin olduğunu da söylemek yanlış olmaz.
Geçmişte Avrupa’yla yaşanan krizli süreçler, yapılan karşılıklı hatalar Türkiye’de AB üyelik talebini yüzde 25’lere kadar geriletmişti. Ancak, partimizin Avrupa Birliği ile ilişkileri, Avrupa’daki kardeş partilerle yürüttüğümüz sıkı dayanışma, uluslararası birlikteliklerde üstlendiğimiz etkin görevler ve yapılacak seçimlerde iktidara en yakın parti olarak Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin temel vaadimiz olması, hatta yapılacak seçimleri AB üyeliği açısından referandum olarak tarif etmemizden sonra yapılan kamuoyu araştırmalarında, Avrupa Birliği’ne üyelik konusundaki toplumsal talep istikrarlı olarak artmış ve son ölçümlerde yüzde 66’ya kadar ulaşmıştır. Özellikle genç kesim arasında Avrupa Birliği’ne üyelik talebi yüzde 72 noktasındadır. Ancak o Avrupa Birliği, Türkiye’yle ilişkisini göçmen pazarlıklarına hapseden, Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir Avrupa Birliği olmamalıdır. Türkiye, savaşlar ve iklim krizleriyle doğudan gerçekleşecek büyük göç baskınını kendi topraklarında tutan, karşılığında batıdan ekonomik yardım ve siyasal destek alacak bir ülke olarak görülmemelidir.
Burada, ‘demokrasi kültürü’ ifadesinin altını bilhassa çizmek isterim. Yasa çıkarmak, parmak hesabına bağlı bir iştir. Örneğin benim ülkemde, 301 oyla yasa çıkarılabilmekte, 360 oyla anayasa referandumuna gidilebilmekte, 400 oyla anayasa değişikliği referandumsuz yapılabilmektedir. Avrupa Parlamentosu’nda da yasa çıkarmak için gereken sayılar bellidir. Belirttiğim gibi, demokrasi kültürü onay butonuna basan parmakların çok ötesine geçen, ancak topyekûn dayanışmayla 'inşa edilebilecek' bir şeydir. Yasalar, hukukilik, hukuk devleti; kurumsallaşmış denetim mekanizmalarına muhtaçtır. Ancak o mekanizmaların da ötesinde, hukuku ayakta tutacak olan temel unsur, ‘demokrasi kültürü’dür. Demokrasiyi, ‘hakiki temsiliyet’ iddiası ile aşındıranlar; hukuk devletini de ‘yasa’ya atıfla aşındırmaktadır. ‘Law’ ve ‘warfare’ kelimelerinin birleşiminden türetilen ‘lawfare’ kavramı buna işaret etmektedir. Yani bugün, yasayı bir silah olarak kullananlar, hukuk devletini ‘yasa’nın menziline yerleştirmektedir. Hukukun çelikten zırhı ise demokrasi kültürüdür. Bu korunmalıdır.
En Çok Okunan Haberler